Küçük bir çocukken, gerçekten de küçük bir çocuktum. Yaşıtlarına göre
daha çelimsiz sıska bir çöpten adam… Sporla aram hiçbir zaman iyi
olmadı… zaten benim boş vakitlerimi geçirmek için yapmayı düşündüğüm tek
bir şey vardı : Film izlemek...
Filmler büyülü bir Dünyanın kapısını açıyordu. Sadece bir bilet parasına
(kaçak girmişliğim de çoktur) 1.5 saat boyunca genel geçer hayatın tüm
sıkıcılığından ve tasasından uzaklaşıyor bir gün Nükleer savaş sonrası
kurtulanları verimli topraklara götüren bir silahşör, bir gün babasının
intikamını alan genç bir Şaolin rahibi başka bir zamanda Ray
Harryhausen‘in stop-motion yaratıklarına karşı savaşan bir mitolojik
savaşcı olabiliyordum. Kahramanlarla özdeşleşmek ve onların inanılmaz
maceralarını yaşamak başka herşeyin önündeydi.
Aslında o zamanlar izlediğimiz filmler şimdikilere nazaran daha
müsamerevari şeylerdi. Dış alım sistemindeki düzensizlikler ve yüksek
telif sebebiyle özellikle benim çocukluğuma denk gelen 70'ler sonu
80'ler başı dönemde memleketin tüm sinemalarını ucuz Hong kong dövüş
filmleri ile İtalyan Replikaları (Post Apokaliptik, gore, istismar
sineması ve erotik filmler) basmıştı. Hong Kong filmlerinin afişleri
genelde bizim afişcilerin derlemesiyle oluşturulmuş filmden görüntüler
içeren daha az grafiksel işlerdi ama İtalyanların afişlerine bakmaya
doyum olmazdı doğrusu. “Newyork 2019¨ “Dünyanın Son savaşcıları”
“Amazonlar” “Kıyamet komandoları” nefis çizimlere sahip olağanüstü
afişlerdi. Film izlemeye gitmediğim günlerde dahi elimde bir külah
dondurma ile Sinema’nın karşısına dikilir saatlerce bu muazzam eserleri
inceler dururdum. “Canavarlar Çarpışıyor” adlı bir Godzilla filminin şu
an bile çizebileceğim kadar detaylarına hakim olmuştum. Video kaset
çılgınlığı sırasında bu afişler az biraz oynanmış halleriyle tekrar
karşıma çıktılar ve aynı veled bakışlarımı bu defa kiralamacıların
önünde harcadım.
Video Günlerimiz
Video denen çılgın aletle memleket sıkıyönetim günlerinde tanışmıştı.
Erken 80'lerde Tek kanallı ve sıkıcı Devlet Televizyonunun yayınladığı
naftalin kokulu filmlerden ve dizilerden gına gelmiş halk da doğal
olarak bu inanılmaz eğlence vaadine kanıp neredeyse 3-4 maaş toplamına
sahip olunabilen Video cihazlarını TV’lerinin altına ve yine üstünde
dantel olması şartı ile yerleştirivermişti bile. Bu kadar pahalı
olmasına rağmen bu kadar çok kişi tarafından alınmasının en önemli
sebebi de, ilan edilmemesine rağmen neredeyse Demirperde ülkelerinden
bile daha despot bir anlayışla yönetilen memlekette, sıkıyönetimin de
etkisi sebebiyle eğlence namına hiçbir şey kalmamış olmasıydı. O
zamanlar Video dediğimiz teknoloji harikası! Cihazlar inanılmaz bir
statü sembolü idi. Tıpkı Televizyonların ilk görüldüğü zamanlardaki gibi
Video’su olan ailelerin itibarı artıyor, misafirleri eksik olmuyor,
dolayısiyle havalarından da geçilmiyordu. Video’su olanlar kendi
arasında ikiye ayrılmıştı; kaydedicili videosu olanlar ve player sahibi
olanlar. Hepsinin değilse de bir kısmının birde yardımcı cihazı
oluyordu; Betamax yada VHS kasetleri geri sarmak için kullanılan garip
alet! video da geri sarmayın video bozulur derlerdi. Video kaset
kiralayan yerlerde bunlardan 3-4 tane olurdu. kaseti teslim edince hemen
geri sararlardı.
Betamax, 80'lerde Walkman ile inanılmaz satış rakamları yakalayarak
şımarmış Sony için tam bir hezimet olmuştu ama anlaşılan oki İntikam
soğuk yenen bir yemekmiş: 30 yıl sonra Sony bu defa Blue Ray’i yeni
video standardı yapmayı başardı.
Tekrar Dönemin Toplumsal Video manyaklığı hezeyanlarına dönecek olursak;
Videolar evlere girdikce her sokakta klüpler açılıyor neredeyse
Bakkallar bile film kiralar duruma geliyordu. Sıkıyönetim yüzünden zaten
iyice dara düşen Sinema salonu işletmecileri endişeyle yeni gelen bu
büyük dalgayı izliyorlardı. Telifin, melifin olmadığı, bandrolün henüz
hecelenemediği ilk zamanlarda, potansiyeli farketmiş uyanık bazı Klüp
sahipleri korkunç karlar elde ettiler. Alınan bir filmden onlarca kopya
çıkarılmasına rağmen yine de bazı filmler için günler öncesinden sıraya
girmek gerekiyordu. Sinemalarda dahi en yenisi 3-5 yıllık filmler
gösterildiği bir dönemde insanların önüne seyretmedikleri ve hepsi de
yeni! Yüzlerce film yığılmıştı ve evinden dışarı çıkmaktan imtina eden
halk kıtlıktan çıkarcasına film seyrediyordu. Ev kadınlarının, gençlerin
yada biraz geçkince eş bekleyen ablaların en büyük meşgalesi gün
boyunca klüpleri gezip 5-6 film kiralama ve bolca kuruyemiş eşliğinde
öğle vaktinden şafak sökene kadar bu filmleri izlemek olmuştu.
Gençliğinde utana sıkıla “2 film birden” sinemalarına gitmiş Aile
babaları ise artık sinemalarda dahi asla göremeyecekleri sert porno
filmleri çaylarını içe içe izleme lüksüne kavuşmuşlardı. Ama bu
kasetlerin mutlaka iyi bir yerde saklanması gerekirdi ki, sivilceli
ergenlerle babalarının CIA hesaplaşmalarını aratmayacak saklama ve bulma
ilişkileri de bu döneme rastlar. Babasının betamax pornosunu
seyrederken elektrik kesilince ne yapacağını bilemeyen ve kaseti çıkarıp
yerine koymanın yollarını ararken terleyen Mcgyver’vari bir gençlik
oluşmuştu… Bülent Ersoy gibi dönemin yasaklı sanatcıları ve TRT’nin yüz
vermediği Arabeskcilerin filmleri video klüpleri sayesinde kendine büyük
bir Pazar bulmuştu öyleki; Arabesk filmleri, 16 mm berbat kameralarla,
ışıksız, setsiz ve sıfır bütceyle sadece video piyasası için çekilmeye
başlamıştı. Bu sayede daha bir hafta önce kasedi çıkmış cırtlak sesli
bir Küçük Emrah klonunun bir ay sonra 3-4 filmini birden videocunuzdan
kiralayabiliyordunuz. Video kaset kiraları şimdilerde bulunan zavallı
format VCD klüplerinin kiralama ücretlerinden çok daha yüksekti ama halk
sesini çıkarmadan çılgınca film kiralamaya devam ediyordu. Tabi bu
arada kaçınılmaz sonda giderek yaklaşıyordu ama kiralayanın da,
seyredenin de henüz keyfi yerindeydi ve özellikle Video klüpleri bazında
kimse yaklaşan tehlikeyi sezememişti.
Video işi 80'lerin ortalarında özellikle klüpler bazında zorlaşmaya
başladı. özellikle Uluslar arası dağıtımcılar ve Warner Bros, Universal,
Columbia-Tristar ve 80'lerin en nevi şahsına münhasır yapım şirketi
olan Cannon gibi film şirketleri, filmlerinin hiçbir telif ödenmeden
alınıp çoğaltılarak sunulmasından iyice rahatsız olmaya başlamıştı.
Ayrıca bu kocaman pasta onları da iştahlandırıyordu ve Özal hükümetine
hızlı bir baskı uygulayarak klüplerin ve dağıtımdaki filmlerin kendi
kontrollerine geçmesini sağladılar bu bir anlamda iyi oldu çünkü yasal
bir zemini olmaması sebebiyle sermayesiz bir iş olarak kabul edilen
Video klüpleri o kadar çoğalmıştı ve kiraladıkları filmlerin kalitesi
öylesine düşmüştü ki varolan izleyicinin kaybedilmesi zaten an meselesi
idi. Örnek vermek gerekirse, çocukluğumu geçirdiğim, 30.000 Nufuslu bir
şehir olan Gölcük’de tam 123 adet video kiralayıcı mevcuttu! dönemin
hükümeti çoluk çocuk demeden her yaştan müşteriyi kabul eden ve alenen
porno oynatan Video kahveleri yüzünden giderek hızlanan bazı adımlar
atmaya başladı ve bu tüm sektör için bir budama faailiyetine dönüştü.
Zayıflar birer birer elendi, yasal dağıtımcılardan film temin edebilen
daha güçlü klüpler hayatına devam ediyordu ama artan vergi, dağıtım ve
dublaj gibi maliyetler sabebiyle kiralama bedelleri aşırı yükselmişti ve
artık neredeyse film seyretmekden hem madden hem manen yorulmuş bir
alıcı kitle mevcuttu. Gerçi özellikle Warner Bros bu işi çok sıkı
tutuyor ve aşırı iyi dublajlarla hazırlanmış çok şık kutuları olan
filmleri neredeyse bir fetiş objesine dönüştürerek pazara sunuyordu.
Yüzyılın en orijinal zamanlarından 80'lerin açık ara bayraktarlığını
yapacak olan Video furyası ülkemizde biraz ani ve erken bir ölüm yaşadı.
Alım gücü sınırlı olan halk, 90'ların başlarında doğan özel TV’lerin
aynı filmleri bedava yayınlamaya başlaması ile (özel Televizyonculuğun
ilk döneminde, filmler sansürlenmiyor, araya reklam girilmiyor ve erotik
filmler gösterilmekden de imtina edilmiyor dolayısiyle şimdilerde
olmayan yüksek bir seyir zevki yakalanıyordu.) Video klüplerinden film
almayı yavaş yavaş bıraktılar. Zaten klüpler artık sinema sektöründeki
dış alımında düzelmesi sebebiyle filmleri çok geç çıkarıyor yada sadece
video için çekilen zayıf yapımları sunabiliyorlardı. Televizyon sinemaya
yaptığını bu defa Video’ya yapmıştı. Videoların üzerindeki danteller
artık sadece toz alırken kaldırılıyor ve evdeki yeni yetmelerin
arkadaşlarıyla toplanırken “bi film seyredelim bari” demeleri dışında
hatırlanmıyordu. Özel kanallar çoğaldıkca, klüpler kapandı ve 90'ların
başından itibaren Video klüpleri Türk halkı için hoş bir anı olarak
hatırlanmaya başlandı. Şimdilerde asla o dönemin tadını vermeyen bir DVD
ve VCD kiralamacılığı hatta DVD kiralayan otomatlar bile mevcut ama
2000'lerde yaşadığımız onlarcası olmak üzere buda tatsız bir deneyimden
öteye geçemiyor.
İster istemez aklımıza kitlesel video manyaklığı! Sırasında yaşadığımız;
yasaklandığı için el altından kiraladığımız Evil Dead’ler, günlerce
öncesinden ayırttığımız House serileri, Lucio Fulci usta ile ilk
karşılaşmalarımızı yaptığımız Zombie filmleri, Yıllar sonra tamamen
palavra olduğunu anlayıp yıkıldığımız Pankreas şovları, sinema filmiymiş
gibi kiralanan Elm sokağı serisi (80'lerde aynı yıl içinde 15 adet elm
sokağı filmi izleyen bünyenin şokunu düşünün!) kasedi geç getirip
yediğimiz azarlar, misafirliğe gittiğimizde zorla izlettirilen arabesk
furyası zavallıkları, Cilalı İbo’nun asla sinemadaki kadar sevimli
olamayan maskaralıkları, her yerden fırlayan Godfrey Ho’nun oynadığı
ninja filmleri, Filipinli Rambo replikaları, onlarca enfes çizimli kaset
kapağı ve bir dolu hoş hatıra geliyor. Keşke diyor insan, o güzel
zamanların bir yerinde asılıp kalmak mümkün olsaydı….
Tekrar sinema salonlarına dönecek ve biraz da bu işin duygusundan
bahsedecek olursak, O zamanlar sinemaya gitmek gerçekten tören gibi bir
şeydi. Öncelikle Sinemaya baba yada anne ile değil onlardan alınan
harçlıkla ve kalabalık bir arkadaş gurubu ile gidilirdi. Salonlar
şimdiki gibi alışveriş merkezlerinin içinde değil şehrin mümkün mertebe
merkezi yerlerine dağılmış özerk yapılardı. Yerler toz kalkmasın diye
mazotlu süpürgelerle silinir bu da sinemanın eskimiş deri koltuklarıyla
birleşerek kendine has bir koku oluştururdu. “2 film birden”
sinemalarında sigara içmek yasak değildi ama abartıldığı vakit makinist
filmi keser ve “hoop film gitmiyo beyler sigarayı söndürelim luytfennn!”
diye bağırırdı. Salonlar şimdiki gibi 50-100 kişilik cep sinemaları
şeklinde değil, Balkon ve ana bölümden oluşan büyük alanlardı. Kışları
odun kömür sobası ile ısıtma sağlanır fakat bu da asla homojen olmaz ve
bazen pişerken bazen de soğuktan titrenirdi. Perdeye gelen görüntü ise
çizik içinde, soluk ve berbat bir şeydi.
İyi de nesini seviyorduk bu sinemaların? Vahşi bir hayvan mağarasının
nesini severse onu… Steril, sentetik AVM Sineması salonlarında hayal
kurmak imkansız… Şimdi ki afişler de eskiler kadar iyi değil… Çocukların
aklındaki sinemaya gitmekte ki tek amacı ise babalarına Burger King’den
yada McDonalds’dan bir oyuncak aldırma bahanesine lastik gibi
hamburgerlerden yemek… Kimsenin afişlere bakacak vakti yok… Hayal kurmak
artık ne zor Allahım!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder