Büyük olasılıkla 2005 yılının bir yaz günü... Parlak yüzlü, dikkat çeken
ve yirmili yaşlarına daha yeni girmiş olan ben; Karaköy'den Taksime
doğru yardırmaktayken, birkaç saat sonra karpuzu yardıracağım
realitesinden ve düşüncesinden çok uzaklarda, kerhane yokuşunu henüz
atlatıp Galata kulesine gelmişim. O lokasyonda, yanıma benden de genç
bir eleman yanaştı ve Taksim meydanına nasıl gidebileceğini sordu. Ben
de bütün yardım severliğim ile kendisine; benim de oraya gideceğimi,
eğer isterse bana eşlik edebileceğini söyledim. Kabul etti ve dostça bir
sohbet ile Taksim'e kadar yürüdük. Lisede müzik grubu mu ne varmış,
müzik aleti bakacakmış falan filan... Neyse, meydana geldikten bir süre
sonra, vedalaşıp ayrıldık. Benim onun gibi planlarım olmadığı için bir
büfeden mizah dergisi alıp, heykelin gerisinde şu sıralar polislerin
konuşlandığı yerdeki, çeşmeyi andıran yapıtın yüksekliğine oturup
dergiyi okumaya başladım. Bir süre dergiye bakıp sıkıldıktan sonra,
otobüs duraklarının bulunduğu, gezi parkına doğru çıkan merdivenlere
oturup; oradan hem manzarayı seyretme, hem de dergimi keyifle okuma
kararı alıp, başıma geleceklerden habersiz bu kararımı gerçekleştirdim.
Merdivenlere
oturmuş dergimi okurken, yanıma tıpkı kıvırtgan dayıya benzeyen bir
kişi yaklaştı ve hintli aksanı ile bana bir şeyler anlatmaya çalıştı.
Ayağa kalkıp dikkatimi ona verdiğimde, bana "grand bazzar"ı soruyordu.
Benim beynimde Gps uygulaması olmadığı için dayıya orayı tarif edemedim.
Fakat hava güzel, taksim kalabalık, keyfim de yerinde, üstüne üstlük
bir önceki arkadaştan aldığım teşekkür ile bu boşgezenti halim ile
insanlığa yardımcı olmanın verdiği şevkin huşusu ve yarım yamalak olan
ingilizcem ile onu oraya götürebileceğimi, isterse beni takip etmesi
gerektiğini söyledim. Aklı karıştı fakat kabul etti. Sevinçliydim, bu
güzel tatil gününde hem ingilizcemi geliştirecek, hem de kilometrelerce
uzaktan gelmiş bir insan ile tanışıp, ona yardım edecektim. Bir gün
bundan daha ne kadar verimli ve güzel olabilirdi ki, tabii aynı şeyi
kuzeyin sarışın ve çilli hatunlarına yapma olasılığını göz ardı
edersek...
Neyse Kıvırtgan dayı ile merdivenlerden aşağı indik ve
heykele doğru yürümeye başladık. Heykele gelmeden önceki ışıklarda,
kalabalığın içinde onu tanımak için kendisine sorular yönelttim,
cevapladı. Işıkları geçip izdiham içindeki taksim meydanına
girdiğimizde, dayının yüz ifadesi düşünceli bir hal almıştı. Yüzüne
baktığımı gördü ve geri dönmek istediğini söyledi. Ben de kalabalıktan
korktu zaar diye, isteğini kabul edip onu ilk görüştüğümüz yer olan
merdivenlere geri götürdüm. Bendeki muhabbet isteğini gören hintli dayı,
bana kaldığı oteli gösterdi. Gezi'nin tam arkasındaki bilmem kaç
yıldızlı otelde kalıyordu. Beni otele davet etti. Ben de bu isteğini
kırmadım ve kabul ettim.
Otele geldiğimizde, resepsiyondan
kolayca geçtik. Asansöre girip sessizce katları çıktık. Geldiğimiz kat
en üst kattı. Asansörden çıktık, bir baktım burası otelin sauna ve masaj
bölümü. İçeride masaj yaptıran üstü çıplak kadınlar ve erkekler cirit
atıyor. Hintli dayı nedense bana bu mekanı turlattı ve ardından plastik
bir örtü ile kapanmış duş bölmesinin örtüsünü açıp, sigi daşşaa sarkmış
bir yaşlı amca ile beni gözgöze getirdi. Yaşlı amcadan özür diledik ve
sauna gezintisini sonlandırdık. Benim aklım hala karışık ve iyi
niyetimden adamın bu davranışını hayra yormaktayım.
Ardından
tekrar asansöre binip dayının odasına geldik. Bana otel odasından
İstanbul'un manzarasını gösterdi. İlk defa İstanbul'u bu şekilde
görüyordum. İnönü stadı ve Boğaz içi köprüsü, boydan boya cam bir
pencere önünde duran benim ayaklarımın altındaydı. Adam etkilendiğimi
gördü ve benim yatağın yanındaki koltuğa oturmamı söyledi. Beraber
oturduk. Bir şeyler içip içmeyeceğimi sordu. Sadece teşekkür ettim.
Ailesinden, ailemden; neden burada olduğundan filan konuşmaya başladık.
Babası ile bilgisayar işi için buraya gelmiş; karısı ve birden fazla
çocuğu varmış. Bunu duyunca kendisine biraz daha samimi oldum. Hangi
dinden olduğunu sordum, müslümanmış. Hintlilerin neden ineklere
taptığını söyledim. Süt, et ve derisinden faydalanıldığı için yararlı
bir hayvan olduğunu söyledi ve bunun gibi saçma sapan ve yarım yamalak
birbirimize bir şeyler anlatmaya çalıştık.
Bir süre sonra
televizyonu açtı. Kanalları bir süre dolaştıktan sonra, porno kanalında
duraklayınca, popomun tehlikede olduğunu anladım ve çekingen bir tavır
ile kendisine kanalı kapatmasını söyledim. Kapadı ve ardından tekli
koltuktaki yanıma biraz daha yakınlaştı. Ardından elini benim kemere
atınca, bana orayı terketmekten başka bir şans bırakmadı bana.
Gidiyor
olmamı normal bir şekilde karşıladı ve bana bir kaç hediye vermek
istedi. Yanında hediye olarak verecek bir şeyi olmadığından, büyük
olasılıkla uçaktan yürüttüğü üzerinde "singapur airlines" yazan iskambil
kağıtlarını ve yarısı kullanılmış parfümü bana hediye etti. Almak
istemesem de aldım ve bana benim ile görüşmek istediğini söyledi ve bir
daha ki gelişi için hediye olarak kendisinden bir şey istememi söyledi.
Bir şey söylemedim, bana numarasını verdi. Kaydettim ve oteli neye
uğradığına şaşırmış bir ruh hali ile terk ettim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder