Yine bir ilkbahar akşamıydı,havalar ılık olduğundan bazen akşamları
komşumuzun kızıyla beraber ilk önce bi’kaç el kız tavlası oynar, biraz
pişti atar sonrasında yapacak birşey bulamadığımızdan babalarımızdan
izin alarak yürüyüşlere çıkardık, o günlerden biriydi, hatırladığım
kadarıyla pazar günüydü çünkü akşam saat 8 olmasına rağmen çoğu yer
kapalıydı, esas konumuza dönelim. Benim üzerimde bol siyah bi eşofman ve
sıfır kol t-shirt vardı komşukızının üzerinde ise askılı bluz, bol ve
küfüüül küfül uçuşan bi çingene eteği vardı, etek sağa sola savruldukça
içimde adeta margarinler eriyor, burnumdan por-çöz soluyordum, komşu
kızı gerçekten çok güzel bi bayandı, ilkokulu da beraber okumuştuk.
Yaklaşık 15 senedir ailelerimizin karşılıklı iyi ilişkileri, her
şeye‘’Evet’’ denilesi geri çevrilemez tarzda olduğu için ona da hep
-bacım- gözüyle bakmıştım, aslında öyle müthiş bi güzelliği vardı ki
değil komşukızı amcamın kızı olsa affetmemek gerekti imanıma.
Dolaşmaya devam ediyorduk,dönüşte evlerimizin ilerisindeki
ağaçlık alana geldiğimizde ‘’öff ya Cem yoruldum biraz şu taşların
üzerinde otursak olmaz mı?’’dedi .’’yorulduysan oturalım tabi’’dedim ben
de. İyi hatırlıyorum iki üç gün önce o yerde top oynarken kale direği
niyetine kullandığımız taşları gördü ve birinin üzerine kendini bırakmak
suretiyle oturuverdi. Fakat taşlar birbirine çok yakındı, ileri
taraftakinin üzerine oturmuştu bile, ilk başta kalkıp kireç tozu olan
eteğini çırptı taşı ters çevirdi ve tekrar oturdu.’’hadi sen de otursana
yorulmadın mı?’’diyerek beni de laf zoruyla oturttu karşısına. Eteğini
bacaklarının arasına toplamıştı dizlerimiz birbirine değiyordu, her
değişinde ise yüzüme bakıyordu, onu böylesine ilginç şekilde bakarken
hiç görmemiştim doğrusu, koca alanda bize ayrılan bölge birtek o bir
metrekarelik alandı sanki. Galiba tansiyonu düşmüştü, elindeki küçük
iğde dalını birden yere bıraktı ve kafasını baş ve işaret parmağının
arasına alarak öne eğdi.’’n’oldu?’’diye sorduğumda ‘’hiç, bişey yok,
herhalde fazla yürüdük yorgunluktan başım dönüyo’’cevabını verdi ve
birden kalktı, kalkar kalkmaz başı iyice dönmüş olmalı ki, tam düşmek
üzereyken aniden kalktım, kucakladım, koluma tutundu, sımsıkı
sarılıverdi, vücudunu bana yasladı, o gücü, o direnci !?!? hele de o
güçsüz ve ruhsuz anında ilginçti, yaklaşık 15-20 saniye aynı şiddetle
kolumu sıkıyordu. Sanki bir şeyler demek istiyordu ama sadece duyulan
şey şiddetli nefes alış-verişiydi, o halde bizi birisi görse, düşüneceği
şeyin olumlu olmasına imkan yoktu, onu düşünürken, ’’benden hoşlanıyor
musun?’’diye bir cümle duydum,fakat o cümle kulağımın birinden girip
diğerinden gerçek ses hızının on katıyla çıkmıştı sanki,’’efendim?’’
dedim (Burhan Altıntop korkaklığıyla),’’yok bir şey, işine gelmedi
herhalde,duymadın farzet ’’dedi, ’’duymadım ki zaten’’diye cevap
verdim,’’iyi o zaman’’dedi.Ayrılırken sanki 2 yıldır küs gezip zoraki
yolda karşılaşıp ta selam verip ayrılan iki insan gibi ayrıldık, o gün
otokontrolüme‘’acaba ben de karşılık vermeli miydim? ‘’sorusunu onlarca
defa sormaktan kendimi alamadım.
Yaklaşık bir hafta ya da dokuz-on gün sonrasıydı, bu sefer
iyi hatırlıyorum, cuma günüydü çünkü kpds başvurularının son günüydü,
köpeköldürenlere harcadığım başvuru parasını bi gün öncesinde şükür ki
(o zaman internette vardı sadece)nba bahsinden kazanmıştım. asıl mevzuya
gelelim. Annemgil dışarıda komşu kızının annesigil felan tandır
damında, başka bi komşumuzun Almanya’dan gelecek oğlu için bolca börek,
tadımlık yufkalar felan yapıyordu,ben de canımın sıkıntısından yalana
gerek yok, tek bildiğim ücretsiz, üyelik gerektirmeyen bi’ porno
sitesine girmiş aşk dolu fetiş dolu hayatıma (tabii platonik ya da sanal
hiç bilemedin Elızıbıtsal) zevkler katmak istiyordum, önüme geleni
izliyor videonun yanında ilişkili videolar bölümünden ondan oğğa ondan
oğğa atla atlaya kendimi bazen bir Asyalı bazen bir Ebony videosunda
buluyordum, son izlediğim ise bir rahibenin malum mutluluk çubuğunu
görememesinden doğan über-açlığını anlatan bir videoydu, videonun
içeriğinden bahsetmek istemiyorum tahmin ediyorsunuzdur, ama elim ayağım
da doğru durmuyordu.İşte o anlarda videonun yaklaşık ikinci
dakikasından başlamak üzere ensemde bi tür t-rex nefesi hissediyordum
sanki, lakin abazanlığın vermiş olduğu ters tepmiş kudret beni sadece
videoyu izlemeye itiyordu, aslında arada sırada dönüp sağ tarafımdaki
camdan annem açık bırakılan kapıdan içeri börek yufka koymaya felan
gelir mi ki diye düşünerek hafifçe tellerin üstünden boynunu sarkıtarak
minik dal parçası yiyen zürafa misali koltuğun üstünden aşağıya bakarak
etrafı kolaçan ediyordum
Videonun son bölümlerine yaklaşıyordum ki artık
herifin -i shot the sheriff- konumuna gelmiş olan videonun sağ
tarafındaki benzer bi videoya tıklayacakken, sol tarafımdan ‘’KALSIN,
DEĞİŞTİRME’’diye bir ses duydum, o an tüm vücut fonksiyonlarım
durdu,yayı çekilip bırakılmış bi elektrikli hızar gibi beklemeye geçtim
bi an,o an ses sanki gaipten gelmişti, dönemedim arkama bir sonraki
kelime ya da kelimeler dizisi gelene kadar, dediğim gibi o an tüm
fonksiyonlarım bir anlığına durduğu için sesin kime ait olduğunu da
ayırt edememiştim, aklımdan ya annem ya da eniştemin yırtık bacısı
geliyordu, kim olursa olsun sonuçta yola düşmüş sakıza basarcasına boka
basmıştım ki ikinci sesi duydum, hem de bu sefer tam anlaşılır
şekilde’’N’OOLDU DONDUN’’ dedi.Yüzümü çevirdiğimde komşu kızı karşımda
tüm arzusunu belli eder şekilde beni süzüyordu, bir bana bakıyordu bir
sonu yaklaşan videoya, sonunda elimi tuttu ve avucumu iyice açıp
dudaklarına değdirmeye başladı, parmaklarımı 2000 frame ultra slow
motionda dudaklarına aşağı yukarı olmak babında –bobidi, bubidi-
yaptırıyordu adeta, daha sonra elimi aldı ve aşağılara doğru indirtmeye
başladı ’’hergün bu videolara bakacağına sadece birgün gözümün içine
baksaydın bunların hepsi senindi’’diyerek korkunç bi şekilde sırıtmaya
başladı,Ne diyeceğimi bilememiştim gözümü kapamış bi şekilde elim onun
vücudunda dolaşırken, sadece dokunma duyum çalıştığından açıkçası ne
dediğini pek de anlamıyordum. Aptalca sırıtarak gözlerinin içine bakmaya
başladım, beni oracıkta yere uzattı ve bir hışımda üzerindekileri
çıkarmaya başladı, bir yandan beni soyarken diğer yandan kendisi de
soyunuyordu, artık dudaklarımız birleşmişti, her gün karşımda duran kız
artık kollarımın arasında hem de çırılçıplak olabildiğince seri şekilde
komşu kızına yükleniyordum Deeeermişim
Yalan yaaa siz de inandınız mı bu
anlattıklarıma,sadece şu erotik hikaye sitelerindeki yazılar zamanında
çok dikkatimi çekiyordu, ’’bunların alayı yalan lan hepsi uydurma
a.k’’diyerekten işim bitince söverdim, dedim bakalım ben uydursam nasıl
uydururum diyerekten iki çızıktırdım, eğer sitelerdeki gibi delikli
çubuklu muhabbetler olsaydı çok baba bi hikaye yazardım da,sansür işte
aga, naparsın.
3 Şubat 2014 Pazartesi
2 Şubat 2014 Pazar
Büyük Bütçeli Kız Tavlama Tekniği
Bir arkadaşım en sevdiğim canlı şu an için beslediğim kedimdir demişti.
Bu hikâye de bir kedi var ama benim istediğim en kıymetli canlı maalesef
kedi değil.
İşe yeni başlamışım pek kimseyi tanımıyorum hoş onlarda beni tanımıyor olacak ki toplantı odasına attılar. Öyle bir yer ki ölsem dört gün sonra kokumdan anlarlar. Ankara’ya yeni geldiğim için kızılay dışında yerde bilmiyorum her hafta sonu cebeciden kızılaya yürüyorum. Orada biraz dolaşıp eve dönüyorum. Birde ben rutinleri seven bir insanım hep aynı yoldan giderim fakat o hafta sonu rotamı değiştirdim kurtuluş parkından sıhhıye köprüsü altından kızılaya giderim hayatımda bir şeyler değişmiş olur diye düşündüm. Düşün bu kadar sıkıcı bir hayatım var.
Şimdi bilmeyenler için kurtuluş parkını biraz anlatayım. İçinde bir havuz, koşu parkı ve nikah salonu var. Bunun dışında bildiğin park oturma bankları ağaçları ve çimenleriyle. Neyse ben parkın içinde geçip nikah salonun oradan çıkarım diye düşünürken. Nikah salonun önünde tanıdık yüzler gördüm. Bir abimizi gördüm. İçten gelen sululuğumla vay abi hayrola yengeye kumamı getiriyorsun dedim. Abimizde yok be ela ablan evleniyor dedi. Düşünün kurumda ne kadar değerim var. İş yerinde biri evleniyor bana haber bile vermiyorlar. Bende duruma ayak uydurdum nikah salonuna girdim. Alkışlar, evetler derken gelin ve damattı tebrik etmek için sıraya girdim. İşte ne olduysa sıra bana geldiğinde oldu. Ela ablamızın kız kardeşini gördüm şuurumu yitirdim. Allahım bir insan bu kadar güzel olamaz. İşte o şuursuzlukta ela abla kardeşin senden daha güzel dedim. Kız kardeşi de olur mu benim ablam bugün en güzel kadın dedi. Bende biraz durumu kurtarayım dedim. Evet evet öyle o bir numara sende iki numarasın dedim.
Ara ara böyle şirinlikler yapıp kadın milletini kendimden soğuturum. Düğün bitti ben yola devam ettim lakin o kız benim kafamda resmen kalıcı konut yaptı. Çıkmıyor ağa. Ben beynimdeki bütün nöronları bu iş için göreve çağırdım bir plan lazımdı. O kıza ulaşmam lazım ama nasıl.
Büyük bütçeli bir plan yaptım. Kaleyi içten fethedecektim. Plan şu ela ablaya yaklaşacaktım onunla can ciğer kuzu sarması olacaktım. Daha sonra kız kardeşine ulaşacaktım en sonunda ise mutluluğun pembe pancurlu evinin ön bahçesinde elimde sepet ile heidi gibi seke seke mutlu mesut oradan buraya koşturacaktım. Plan bu.
Ben birkaç ay sonra askere gittim geri geldim. Hemen ela ablaya yaklaştım. Ne yapar nelerden hoşlanır falan öğrendim. Motoru vardı gezmeyi seviyordu eğlenceliydi. Benim sadece dansöz kıvraklığında zekam ve ara ara çok zorlarsam güldürebileceğim espiri yeteneğim vardı. Malzemeler eksik fakat o lanet olası umut çok fazlaydı.
Ela abla ile her gün bir bahane ile sohbet ediyordum. Ne dese vay öyle mi. İnanmıyorum yaa çok coolsun diyordum. Şimdi benim genlerimde sarışınlık var misal kardeşim sarı saçlı yeşil gözlü kıvanç tatlıtuğ tarzında adamken. Ben tarzan gibi adam oldum. Lanet olası genler bana gelince çekinik kalmış. Ela ablamız sarışın bal rengi gözler var. Bende kız kardeşim olsa kesin sana benzerdi. Keşke senin gibi bir ablam olsaydı diyorum. Ela abla benimde erkek kardeşim yok ama senin gibi bir kardeşim olsun isterdim.
Evet en sonunda aileye resmen yancı erkek kardeş olarak girmiştim. Ama zalim kader resmen yine ağlarını örüyordu. İş yerinde baya sorunla karşılaşıyordum. Üzerimde bir dünya sorumluluk vardı. Sabah akşam hafta sonu mesai yapıyorum işler bitmiyor. Düşünün 2010 yılbaşı gecesi ben iş yerinden akşam 10:30’da çıktım. Kızılaydan eve yürürken yolda eğlenen insanlar görüyordum ama benim kafamda işten başka bir şey yoktu. İş stresi bindikçe biniyor ben direndikçe direniyordum. Sonunda olan oldu ben paramparça oldum. Bu andan sonra iş yerinde artık duramazdım ve işimi değiştirdim. Gittiğim yerde travmayı atlatmak için birkaç ay kendimi sıfırladım. Evden çıkmıyordum insanlarla görüşmüyordum. Zaman bazı şeylerin ilacı cidden yavaş yavaş kendime geldim. İşte bu kendime gelişlerde ela ablanın kız kardeşi de geri geldi. Ela abla ile yine yakınlaşma çalışmalarına başladım. Zaten facebookta ekli. Bazen kız kardeşinin onları ziyaret ettiğini görürdüm. Bende ela ablanın kedisini bahane edip evlerine ziyarete giderdim. Ama bir türlü kız kardeşi ile karşılaşamazdım. Benden bir hafta önce ya da bir hafta sonra giderdi. Ben artık dayanamadım konuyu açtım.
Ela abla senin kız kardeşin ne iş yapıyor dedim. Öğretmen dedi. siirtin bir köyünde mecburisini bitirmiş. Eskişehire geldi dedi. Düşünün o güzel kız resmen çöl gülü gibi geliyordu bana. Siirtin insanlardan uzak bir köyünde beni bekliyormuş diye düşünüyorum.
Artık her şey hazır gibiydi. Eskişehir hemen Ankara’nın dibinde hızlı trende var. Gider görürüm dedim. Ama kader bana hiç kıyak geçmiyor ki.
Bir akşam baktım ela abla eşi falan Eskişehir’e gitmiş. Sabah facebooku açtığımda ela ablanın sayfasında baya fotoğraf gördüm. Kız kardeşi evlenmiş ve maalesef evlendiği kişi ben değilim.
2 senelik yüksek bütçeli prodüksiyonum resmen elimde patladı. Fakat bu akrabalık ilişkileri sayesinde ela ablanın oğlunun kirvesi ve dayısı oldum. Neye niyet neye kısmet anasını satayım. Derdim bununla da bitmedi. Sırf ev ziyareti yapmak için bahane ettiğim kedilerini çocuk olduktan sonra vermek istediler. İlk beni aradılar.
Ela abla beni bir sen anladın sende yanlış anladın demek isterdim. Ben senin kız kardeşini istiyordum kedini değil.
Ama dediğim gibi bazıları için besledikleri hayvan çok değerli olabiliyor. Belki ben o kadar iyi bir şekilde aileye sızdım ki. Bana kedilerini layık gördüler.
İşe yeni başlamışım pek kimseyi tanımıyorum hoş onlarda beni tanımıyor olacak ki toplantı odasına attılar. Öyle bir yer ki ölsem dört gün sonra kokumdan anlarlar. Ankara’ya yeni geldiğim için kızılay dışında yerde bilmiyorum her hafta sonu cebeciden kızılaya yürüyorum. Orada biraz dolaşıp eve dönüyorum. Birde ben rutinleri seven bir insanım hep aynı yoldan giderim fakat o hafta sonu rotamı değiştirdim kurtuluş parkından sıhhıye köprüsü altından kızılaya giderim hayatımda bir şeyler değişmiş olur diye düşündüm. Düşün bu kadar sıkıcı bir hayatım var.
Şimdi bilmeyenler için kurtuluş parkını biraz anlatayım. İçinde bir havuz, koşu parkı ve nikah salonu var. Bunun dışında bildiğin park oturma bankları ağaçları ve çimenleriyle. Neyse ben parkın içinde geçip nikah salonun oradan çıkarım diye düşünürken. Nikah salonun önünde tanıdık yüzler gördüm. Bir abimizi gördüm. İçten gelen sululuğumla vay abi hayrola yengeye kumamı getiriyorsun dedim. Abimizde yok be ela ablan evleniyor dedi. Düşünün kurumda ne kadar değerim var. İş yerinde biri evleniyor bana haber bile vermiyorlar. Bende duruma ayak uydurdum nikah salonuna girdim. Alkışlar, evetler derken gelin ve damattı tebrik etmek için sıraya girdim. İşte ne olduysa sıra bana geldiğinde oldu. Ela ablamızın kız kardeşini gördüm şuurumu yitirdim. Allahım bir insan bu kadar güzel olamaz. İşte o şuursuzlukta ela abla kardeşin senden daha güzel dedim. Kız kardeşi de olur mu benim ablam bugün en güzel kadın dedi. Bende biraz durumu kurtarayım dedim. Evet evet öyle o bir numara sende iki numarasın dedim.
Ara ara böyle şirinlikler yapıp kadın milletini kendimden soğuturum. Düğün bitti ben yola devam ettim lakin o kız benim kafamda resmen kalıcı konut yaptı. Çıkmıyor ağa. Ben beynimdeki bütün nöronları bu iş için göreve çağırdım bir plan lazımdı. O kıza ulaşmam lazım ama nasıl.
Büyük bütçeli bir plan yaptım. Kaleyi içten fethedecektim. Plan şu ela ablaya yaklaşacaktım onunla can ciğer kuzu sarması olacaktım. Daha sonra kız kardeşine ulaşacaktım en sonunda ise mutluluğun pembe pancurlu evinin ön bahçesinde elimde sepet ile heidi gibi seke seke mutlu mesut oradan buraya koşturacaktım. Plan bu.
Ben birkaç ay sonra askere gittim geri geldim. Hemen ela ablaya yaklaştım. Ne yapar nelerden hoşlanır falan öğrendim. Motoru vardı gezmeyi seviyordu eğlenceliydi. Benim sadece dansöz kıvraklığında zekam ve ara ara çok zorlarsam güldürebileceğim espiri yeteneğim vardı. Malzemeler eksik fakat o lanet olası umut çok fazlaydı.
Ela abla ile her gün bir bahane ile sohbet ediyordum. Ne dese vay öyle mi. İnanmıyorum yaa çok coolsun diyordum. Şimdi benim genlerimde sarışınlık var misal kardeşim sarı saçlı yeşil gözlü kıvanç tatlıtuğ tarzında adamken. Ben tarzan gibi adam oldum. Lanet olası genler bana gelince çekinik kalmış. Ela ablamız sarışın bal rengi gözler var. Bende kız kardeşim olsa kesin sana benzerdi. Keşke senin gibi bir ablam olsaydı diyorum. Ela abla benimde erkek kardeşim yok ama senin gibi bir kardeşim olsun isterdim.
Evet en sonunda aileye resmen yancı erkek kardeş olarak girmiştim. Ama zalim kader resmen yine ağlarını örüyordu. İş yerinde baya sorunla karşılaşıyordum. Üzerimde bir dünya sorumluluk vardı. Sabah akşam hafta sonu mesai yapıyorum işler bitmiyor. Düşünün 2010 yılbaşı gecesi ben iş yerinden akşam 10:30’da çıktım. Kızılaydan eve yürürken yolda eğlenen insanlar görüyordum ama benim kafamda işten başka bir şey yoktu. İş stresi bindikçe biniyor ben direndikçe direniyordum. Sonunda olan oldu ben paramparça oldum. Bu andan sonra iş yerinde artık duramazdım ve işimi değiştirdim. Gittiğim yerde travmayı atlatmak için birkaç ay kendimi sıfırladım. Evden çıkmıyordum insanlarla görüşmüyordum. Zaman bazı şeylerin ilacı cidden yavaş yavaş kendime geldim. İşte bu kendime gelişlerde ela ablanın kız kardeşi de geri geldi. Ela abla ile yine yakınlaşma çalışmalarına başladım. Zaten facebookta ekli. Bazen kız kardeşinin onları ziyaret ettiğini görürdüm. Bende ela ablanın kedisini bahane edip evlerine ziyarete giderdim. Ama bir türlü kız kardeşi ile karşılaşamazdım. Benden bir hafta önce ya da bir hafta sonra giderdi. Ben artık dayanamadım konuyu açtım.
Ela abla senin kız kardeşin ne iş yapıyor dedim. Öğretmen dedi. siirtin bir köyünde mecburisini bitirmiş. Eskişehire geldi dedi. Düşünün o güzel kız resmen çöl gülü gibi geliyordu bana. Siirtin insanlardan uzak bir köyünde beni bekliyormuş diye düşünüyorum.
Artık her şey hazır gibiydi. Eskişehir hemen Ankara’nın dibinde hızlı trende var. Gider görürüm dedim. Ama kader bana hiç kıyak geçmiyor ki.
Bir akşam baktım ela abla eşi falan Eskişehir’e gitmiş. Sabah facebooku açtığımda ela ablanın sayfasında baya fotoğraf gördüm. Kız kardeşi evlenmiş ve maalesef evlendiği kişi ben değilim.
2 senelik yüksek bütçeli prodüksiyonum resmen elimde patladı. Fakat bu akrabalık ilişkileri sayesinde ela ablanın oğlunun kirvesi ve dayısı oldum. Neye niyet neye kısmet anasını satayım. Derdim bununla da bitmedi. Sırf ev ziyareti yapmak için bahane ettiğim kedilerini çocuk olduktan sonra vermek istediler. İlk beni aradılar.
Ela abla beni bir sen anladın sende yanlış anladın demek isterdim. Ben senin kız kardeşini istiyordum kedini değil.
Ama dediğim gibi bazıları için besledikleri hayvan çok değerli olabiliyor. Belki ben o kadar iyi bir şekilde aileye sızdım ki. Bana kedilerini layık gördüler.
Kıvırtgan Dayı ile Otel Odasında Baş Başa
Büyük olasılıkla 2005 yılının bir yaz günü... Parlak yüzlü, dikkat çeken
ve yirmili yaşlarına daha yeni girmiş olan ben; Karaköy'den Taksime
doğru yardırmaktayken, birkaç saat sonra karpuzu yardıracağım
realitesinden ve düşüncesinden çok uzaklarda, kerhane yokuşunu henüz
atlatıp Galata kulesine gelmişim. O lokasyonda, yanıma benden de genç
bir eleman yanaştı ve Taksim meydanına nasıl gidebileceğini sordu. Ben
de bütün yardım severliğim ile kendisine; benim de oraya gideceğimi,
eğer isterse bana eşlik edebileceğini söyledim. Kabul etti ve dostça bir
sohbet ile Taksim'e kadar yürüdük. Lisede müzik grubu mu ne varmış,
müzik aleti bakacakmış falan filan... Neyse, meydana geldikten bir süre
sonra, vedalaşıp ayrıldık. Benim onun gibi planlarım olmadığı için bir
büfeden mizah dergisi alıp, heykelin gerisinde şu sıralar polislerin
konuşlandığı yerdeki, çeşmeyi andıran yapıtın yüksekliğine oturup
dergiyi okumaya başladım. Bir süre dergiye bakıp sıkıldıktan sonra,
otobüs duraklarının bulunduğu, gezi parkına doğru çıkan merdivenlere
oturup; oradan hem manzarayı seyretme, hem de dergimi keyifle okuma
kararı alıp, başıma geleceklerden habersiz bu kararımı gerçekleştirdim.
Merdivenlere oturmuş dergimi okurken, yanıma tıpkı kıvırtgan dayıya benzeyen bir kişi yaklaştı ve hintli aksanı ile bana bir şeyler anlatmaya çalıştı. Ayağa kalkıp dikkatimi ona verdiğimde, bana "grand bazzar"ı soruyordu. Benim beynimde Gps uygulaması olmadığı için dayıya orayı tarif edemedim. Fakat hava güzel, taksim kalabalık, keyfim de yerinde, üstüne üstlük bir önceki arkadaştan aldığım teşekkür ile bu boşgezenti halim ile insanlığa yardımcı olmanın verdiği şevkin huşusu ve yarım yamalak olan ingilizcem ile onu oraya götürebileceğimi, isterse beni takip etmesi gerektiğini söyledim. Aklı karıştı fakat kabul etti. Sevinçliydim, bu güzel tatil gününde hem ingilizcemi geliştirecek, hem de kilometrelerce uzaktan gelmiş bir insan ile tanışıp, ona yardım edecektim. Bir gün bundan daha ne kadar verimli ve güzel olabilirdi ki, tabii aynı şeyi kuzeyin sarışın ve çilli hatunlarına yapma olasılığını göz ardı edersek...
Neyse Kıvırtgan dayı ile merdivenlerden aşağı indik ve heykele doğru yürümeye başladık. Heykele gelmeden önceki ışıklarda, kalabalığın içinde onu tanımak için kendisine sorular yönelttim, cevapladı. Işıkları geçip izdiham içindeki taksim meydanına girdiğimizde, dayının yüz ifadesi düşünceli bir hal almıştı. Yüzüne baktığımı gördü ve geri dönmek istediğini söyledi. Ben de kalabalıktan korktu zaar diye, isteğini kabul edip onu ilk görüştüğümüz yer olan merdivenlere geri götürdüm. Bendeki muhabbet isteğini gören hintli dayı, bana kaldığı oteli gösterdi. Gezi'nin tam arkasındaki bilmem kaç yıldızlı otelde kalıyordu. Beni otele davet etti. Ben de bu isteğini kırmadım ve kabul ettim.
Otele geldiğimizde, resepsiyondan kolayca geçtik. Asansöre girip sessizce katları çıktık. Geldiğimiz kat en üst kattı. Asansörden çıktık, bir baktım burası otelin sauna ve masaj bölümü. İçeride masaj yaptıran üstü çıplak kadınlar ve erkekler cirit atıyor. Hintli dayı nedense bana bu mekanı turlattı ve ardından plastik bir örtü ile kapanmış duş bölmesinin örtüsünü açıp, sigi daşşaa sarkmış bir yaşlı amca ile beni gözgöze getirdi. Yaşlı amcadan özür diledik ve sauna gezintisini sonlandırdık. Benim aklım hala karışık ve iyi niyetimden adamın bu davranışını hayra yormaktayım.
Ardından tekrar asansöre binip dayının odasına geldik. Bana otel odasından İstanbul'un manzarasını gösterdi. İlk defa İstanbul'u bu şekilde görüyordum. İnönü stadı ve Boğaz içi köprüsü, boydan boya cam bir pencere önünde duran benim ayaklarımın altındaydı. Adam etkilendiğimi gördü ve benim yatağın yanındaki koltuğa oturmamı söyledi. Beraber oturduk. Bir şeyler içip içmeyeceğimi sordu. Sadece teşekkür ettim. Ailesinden, ailemden; neden burada olduğundan filan konuşmaya başladık. Babası ile bilgisayar işi için buraya gelmiş; karısı ve birden fazla çocuğu varmış. Bunu duyunca kendisine biraz daha samimi oldum. Hangi dinden olduğunu sordum, müslümanmış. Hintlilerin neden ineklere taptığını söyledim. Süt, et ve derisinden faydalanıldığı için yararlı bir hayvan olduğunu söyledi ve bunun gibi saçma sapan ve yarım yamalak birbirimize bir şeyler anlatmaya çalıştık.
Bir süre sonra televizyonu açtı. Kanalları bir süre dolaştıktan sonra, porno kanalında duraklayınca, popomun tehlikede olduğunu anladım ve çekingen bir tavır ile kendisine kanalı kapatmasını söyledim. Kapadı ve ardından tekli koltuktaki yanıma biraz daha yakınlaştı. Ardından elini benim kemere atınca, bana orayı terketmekten başka bir şans bırakmadı bana.
Gidiyor olmamı normal bir şekilde karşıladı ve bana bir kaç hediye vermek istedi. Yanında hediye olarak verecek bir şeyi olmadığından, büyük olasılıkla uçaktan yürüttüğü üzerinde "singapur airlines" yazan iskambil kağıtlarını ve yarısı kullanılmış parfümü bana hediye etti. Almak istemesem de aldım ve bana benim ile görüşmek istediğini söyledi ve bir daha ki gelişi için hediye olarak kendisinden bir şey istememi söyledi. Bir şey söylemedim, bana numarasını verdi. Kaydettim ve oteli neye uğradığına şaşırmış bir ruh hali ile terk ettim.
Merdivenlere oturmuş dergimi okurken, yanıma tıpkı kıvırtgan dayıya benzeyen bir kişi yaklaştı ve hintli aksanı ile bana bir şeyler anlatmaya çalıştı. Ayağa kalkıp dikkatimi ona verdiğimde, bana "grand bazzar"ı soruyordu. Benim beynimde Gps uygulaması olmadığı için dayıya orayı tarif edemedim. Fakat hava güzel, taksim kalabalık, keyfim de yerinde, üstüne üstlük bir önceki arkadaştan aldığım teşekkür ile bu boşgezenti halim ile insanlığa yardımcı olmanın verdiği şevkin huşusu ve yarım yamalak olan ingilizcem ile onu oraya götürebileceğimi, isterse beni takip etmesi gerektiğini söyledim. Aklı karıştı fakat kabul etti. Sevinçliydim, bu güzel tatil gününde hem ingilizcemi geliştirecek, hem de kilometrelerce uzaktan gelmiş bir insan ile tanışıp, ona yardım edecektim. Bir gün bundan daha ne kadar verimli ve güzel olabilirdi ki, tabii aynı şeyi kuzeyin sarışın ve çilli hatunlarına yapma olasılığını göz ardı edersek...
Neyse Kıvırtgan dayı ile merdivenlerden aşağı indik ve heykele doğru yürümeye başladık. Heykele gelmeden önceki ışıklarda, kalabalığın içinde onu tanımak için kendisine sorular yönelttim, cevapladı. Işıkları geçip izdiham içindeki taksim meydanına girdiğimizde, dayının yüz ifadesi düşünceli bir hal almıştı. Yüzüne baktığımı gördü ve geri dönmek istediğini söyledi. Ben de kalabalıktan korktu zaar diye, isteğini kabul edip onu ilk görüştüğümüz yer olan merdivenlere geri götürdüm. Bendeki muhabbet isteğini gören hintli dayı, bana kaldığı oteli gösterdi. Gezi'nin tam arkasındaki bilmem kaç yıldızlı otelde kalıyordu. Beni otele davet etti. Ben de bu isteğini kırmadım ve kabul ettim.
Otele geldiğimizde, resepsiyondan kolayca geçtik. Asansöre girip sessizce katları çıktık. Geldiğimiz kat en üst kattı. Asansörden çıktık, bir baktım burası otelin sauna ve masaj bölümü. İçeride masaj yaptıran üstü çıplak kadınlar ve erkekler cirit atıyor. Hintli dayı nedense bana bu mekanı turlattı ve ardından plastik bir örtü ile kapanmış duş bölmesinin örtüsünü açıp, sigi daşşaa sarkmış bir yaşlı amca ile beni gözgöze getirdi. Yaşlı amcadan özür diledik ve sauna gezintisini sonlandırdık. Benim aklım hala karışık ve iyi niyetimden adamın bu davranışını hayra yormaktayım.
Ardından tekrar asansöre binip dayının odasına geldik. Bana otel odasından İstanbul'un manzarasını gösterdi. İlk defa İstanbul'u bu şekilde görüyordum. İnönü stadı ve Boğaz içi köprüsü, boydan boya cam bir pencere önünde duran benim ayaklarımın altındaydı. Adam etkilendiğimi gördü ve benim yatağın yanındaki koltuğa oturmamı söyledi. Beraber oturduk. Bir şeyler içip içmeyeceğimi sordu. Sadece teşekkür ettim. Ailesinden, ailemden; neden burada olduğundan filan konuşmaya başladık. Babası ile bilgisayar işi için buraya gelmiş; karısı ve birden fazla çocuğu varmış. Bunu duyunca kendisine biraz daha samimi oldum. Hangi dinden olduğunu sordum, müslümanmış. Hintlilerin neden ineklere taptığını söyledim. Süt, et ve derisinden faydalanıldığı için yararlı bir hayvan olduğunu söyledi ve bunun gibi saçma sapan ve yarım yamalak birbirimize bir şeyler anlatmaya çalıştık.
Bir süre sonra televizyonu açtı. Kanalları bir süre dolaştıktan sonra, porno kanalında duraklayınca, popomun tehlikede olduğunu anladım ve çekingen bir tavır ile kendisine kanalı kapatmasını söyledim. Kapadı ve ardından tekli koltuktaki yanıma biraz daha yakınlaştı. Ardından elini benim kemere atınca, bana orayı terketmekten başka bir şans bırakmadı bana.
Gidiyor olmamı normal bir şekilde karşıladı ve bana bir kaç hediye vermek istedi. Yanında hediye olarak verecek bir şeyi olmadığından, büyük olasılıkla uçaktan yürüttüğü üzerinde "singapur airlines" yazan iskambil kağıtlarını ve yarısı kullanılmış parfümü bana hediye etti. Almak istemesem de aldım ve bana benim ile görüşmek istediğini söyledi ve bir daha ki gelişi için hediye olarak kendisinden bir şey istememi söyledi. Bir şey söylemedim, bana numarasını verdi. Kaydettim ve oteli neye uğradığına şaşırmış bir ruh hali ile terk ettim.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)