Henüz, öğrenci olmanın nasıl bir şey olacağını bilmiyordum. Kocaman
gözlerle kısık kısık bakıyordum hayata. O kadar yabancıydım ki yerlisi
olduğum bu topraklara. Aynı evde, farklı bir odada yaşamak gibiydi okula
başlamak. Korkuyu yaşadım ayakkabımın bağcıklarına kadar. Başımı
kaldırdığımda o kadar da kötü olmayacağını anladım. Ah rahmetlik. Ders
kitaplarımızı alacak kadar iyi bir adamdı öğretmenim. Cenaze
haberlerini alır almaz ev ev gezecek kadar da ince ruhlu. Kolay kolay
denmez herkes için 'iyi bir adamdı' diye. İyi bir adamdı öğretmenim.
Güzel bir kız vardı bir de. Bizim çapaklı gözlerimizin göremeyeceği
kadar güzel. Saman gibi olan saçlarımızla kıyaslayamayacağımız kadar
güzel saçları, kocaman kömür karası gözleri vardı. Işık saçıyordu
etrafına. Bir o kadar da akıllıydı, bu bize farklı görünen kız. Onun
yüzünden akıllı olmaya karar verdik biz bir kaç arkadaş. Bir kadına
güzel görünmek için akıllı olmak gerekirmiş meğer; onu öğrendik henüz 7
yaşında. Ne yaptıysak olamadık onun gibi. Ne yaptıysak güzel görünemedik
gözüne. Belki de eksikti bir şeyler bizde.
Okumayı çözdük artık. Ters çevirip okuyorduk metinleri, dalga geçiyorduk
maharetimizle. Gün geldi çattı, öğretmen sözlü yapacak tüm sınıfı. İki
gün ateşler içinde yatmış bedenim, omuzlarımın üzerinde duran başımdan
bihaberdi sanki. O vaziyette geldim oturdum her zamanki yerime.
Öğretmenimiz, sınavda başarısız olanları duvar tarafındaki sıralara,
orta derecede başarılı olanları orta kısımdaki sıralara, çok başarılı
olanları ise cam kenarındaki sıralar bölümüne oturtacaktı. Her
birimizden bir cümle yazmamızı istedi. En hızlı ve kendinden emin
olanlar hemen cam kenarına geçtiler. Aval aval tahtaya bakanlar ise
duvar kenarına... Çok az zorlananlar ise sınıfın göbeğinde
oturacaklardı. Zamanla resim ortaya çıkmaya başladı. Semtimizin
haylazları ve bakkal dükkanı olan adamların çocukları dizildiler duvar
dibine. Cam kenarı ise tertemiz, pırıl pırıl çocuklar ile dolmaya
başladı yavaştan. Ben ise çok rahattım. Çünkü çok başarılı bir
öğrenciydim. Nihayet sıra bana geldi. Ayağa kalktım, bir anda başım
dönmeye başladı. Bir anda hiç bir şey duyamayacak kadar sağır oldum.
Kusacak gibiydim ama dayanmalıydım. Öğretmenim bana döndü ve cümlemi
verdi. Asla unutamam:
-Yaz bakalım '' Atatürk'ü çok severiz''
Bir anda o kadar çok sevindim ki. Benim için çok kolaydı bu. Başarılı
biri olduğumu düşündüğünden olacak ki, bana kesme işareti kullanılması
gereken bir cümle verdi. Ve ben bunu biliyordum.
Bastıra bastıra yazdım. Boncuk boncuk terlemiştim ama gülümsüyordum
içimden. Kesme işaretini çok kararlı bir şekilde koydum. Öğretmenim:
- Tembeller sırasına geç, dedi.
Şaşırdım. Midem bulanmaya başladı. Tembeller sırasının en önünde
oturuyordum. Çalışkanlar sırasının en önünde oturan o güzel kıza
bakarken düşünmeye başladım. Nerede hata yaptığımı anlamamıştım. Ali
hoca sözlüyü durdurmuş, kara kara düşünüyordu. Sonra tahtaya baktım
hatamı bulabilmek için. Sonunda yanlışımı görmüştüm. Şöyle yazmıştım:
Ataürk'ü çok severiz. 'Atatürk' yazamamıştım. Yanlış yazmam gereken en
son şeyi yanlış yazmıştım. Ağlamaklı oldum bir anda. Burada olmamam
gerekiyordu. Kulağımda Ali Öğretmen'in sesi yankılanıyordu.
Ergün...Ergüün...Ergüüünn…
-Ergün!!
-Efendim öğretmenim?
-Tahtaya gel.
-......
-Arkadaşınız hasta idi. Ona bir şans daha verelim.
Bir şansım daha vardı, onunla aynı yerde oturabilmek için. Tahtaya
geldim, tebeşiri elime aldım. Ve bu kez başka bir cümleyi yazdım,
eksiksiz.
-Aferin, orta sıraya geç.
Yine olmamıştı. Ama olsun. En azında daha yakındım o güzelliğe.
Eskisinden daha iyi bir yerdeydim hiç olmazsa. Uzansam dokunabilirdim.
Konuşsam sesimi duyardı. O, camın önüne konmuş eşsiz bir çiçek gibi
güneşle birlikte parlıyor, ben ise onu seyrediyordum.
Gece uyumadan önce hep o günü düşündüm. Orta sırada oturduğuma
sevinmiştim. Bencillik etmiştim oysa. Benim duvar dibinde oturan
arkadaşlarım da vardı. Oyunlar oynadığımız, bazen de kavgaya
tutuştuğumuz arkadaşlarım. Bazen birlikte okula geldiğim, bazen de öğle
arasında yumurta tokuşturduğum arkadaşlarım. Neden olmuştu bu? Neden
ayırmışlardı bizi? Oysa herkes oturabilmeydi her yere. Oysa çalışkan ve
tembel diye ayrılmamalıydı çocuklar. Çocuklar ayrılmamalıydı. O küçük
zihnimle düşünmüştüm bunları. O günden sonra fikrim hiç değişmedi.
Saçları daha parlak olan arkadaşlarla da misket oynayabilmeliydik. Nasıl
olduysa olmuştu işte, yerleşmişti aklıma bu düşünce.
Sol elimi koydum yine yüzüme, ona doğru bakarken. Aynı sınıfta, sınıf farkı vardı aramızda. Anlamıştım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder