28 Temmuz 2012 Cumartesi

Sınıf Farkı

Henüz, öğrenci olmanın nasıl bir şey olacağını bilmiyordum. Kocaman gözlerle kısık kısık bakıyordum hayata. O kadar yabancıydım ki yerlisi olduğum bu topraklara. Aynı evde, farklı bir odada yaşamak gibiydi okula başlamak. Korkuyu yaşadım ayakkabımın bağcıklarına kadar. Başımı kaldırdığımda o kadar da kötü olmayacağını anladım. Ah rahmetlik. Ders kitaplarımızı alacak kadar iyi bir adamdı öğretmenim. Cenaze
haberlerini alır almaz ev ev gezecek kadar da ince ruhlu. Kolay kolay denmez herkes için 'iyi bir adamdı' diye. İyi bir adamdı öğretmenim.

Güzel bir kız vardı bir de. Bizim çapaklı gözlerimizin göremeyeceği kadar güzel. Saman gibi olan saçlarımızla kıyaslayamayacağımız kadar güzel saçları, kocaman kömür karası gözleri vardı. Işık saçıyordu etrafına. Bir o kadar da akıllıydı, bu bize farklı görünen kız. Onun yüzünden akıllı olmaya karar verdik biz bir kaç arkadaş. Bir kadına güzel görünmek için akıllı olmak gerekirmiş meğer; onu öğrendik henüz 7 yaşında. Ne yaptıysak olamadık onun gibi. Ne yaptıysak güzel görünemedik gözüne. Belki de eksikti bir şeyler bizde.

Okumayı çözdük artık. Ters çevirip okuyorduk metinleri, dalga geçiyorduk maharetimizle. Gün geldi çattı, öğretmen sözlü yapacak tüm sınıfı. İki gün ateşler içinde yatmış bedenim, omuzlarımın üzerinde duran başımdan bihaberdi sanki. O vaziyette geldim oturdum her zamanki yerime. Öğretmenimiz, sınavda başarısız olanları duvar tarafındaki sıralara, orta derecede başarılı olanları orta kısımdaki sıralara, çok başarılı olanları ise cam kenarındaki sıralar bölümüne oturtacaktı. Her birimizden bir cümle yazmamızı istedi. En hızlı ve kendinden emin olanlar hemen cam kenarına geçtiler. Aval aval tahtaya bakanlar ise duvar kenarına... Çok az zorlananlar ise sınıfın göbeğinde oturacaklardı. Zamanla resim ortaya çıkmaya başladı. Semtimizin haylazları ve bakkal dükkanı olan adamların çocukları dizildiler duvar dibine. Cam kenarı ise tertemiz, pırıl pırıl çocuklar ile dolmaya başladı yavaştan. Ben ise çok rahattım. Çünkü çok başarılı bir öğrenciydim. Nihayet sıra bana geldi. Ayağa kalktım, bir anda başım dönmeye başladı. Bir anda hiç bir şey duyamayacak kadar sağır oldum. Kusacak gibiydim ama dayanmalıydım. Öğretmenim bana döndü ve cümlemi verdi. Asla unutamam:

-Yaz bakalım '' Atatürk'ü çok severiz''

Bir anda o kadar çok sevindim ki. Benim için çok kolaydı bu. Başarılı biri olduğumu düşündüğünden olacak ki, bana kesme işareti kullanılması gereken bir cümle verdi. Ve ben bunu biliyordum.

Bastıra bastıra yazdım. Boncuk boncuk terlemiştim ama gülümsüyordum içimden. Kesme işaretini çok kararlı bir şekilde koydum. Öğretmenim:

- Tembeller sırasına geç, dedi.

Şaşırdım. Midem bulanmaya başladı. Tembeller sırasının en önünde oturuyordum. Çalışkanlar sırasının en önünde oturan o güzel kıza bakarken düşünmeye başladım. Nerede hata yaptığımı anlamamıştım. Ali hoca sözlüyü durdurmuş, kara kara düşünüyordu. Sonra tahtaya baktım hatamı bulabilmek için. Sonunda yanlışımı görmüştüm. Şöyle yazmıştım: Ataürk'ü çok severiz. 'Atatürk' yazamamıştım. Yanlış yazmam gereken en son şeyi yanlış yazmıştım. Ağlamaklı oldum bir anda. Burada olmamam gerekiyordu. Kulağımda Ali Öğretmen'in sesi yankılanıyordu. Ergün...Ergüün...Ergüüünn…

-Ergün!!
-Efendim öğretmenim?
-Tahtaya gel.
-......
-Arkadaşınız hasta idi. Ona bir şans daha verelim.

Bir şansım daha vardı, onunla aynı yerde oturabilmek için. Tahtaya geldim, tebeşiri elime aldım. Ve bu kez başka bir cümleyi yazdım, eksiksiz.

-Aferin, orta sıraya geç.

Yine olmamıştı. Ama olsun. En azında daha yakındım o güzelliğe. Eskisinden daha iyi bir yerdeydim hiç olmazsa. Uzansam dokunabilirdim. Konuşsam sesimi duyardı. O, camın önüne konmuş eşsiz bir çiçek gibi güneşle birlikte parlıyor, ben ise onu seyrediyordum.

Gece uyumadan önce hep o günü düşündüm. Orta sırada oturduğuma sevinmiştim. Bencillik etmiştim oysa. Benim duvar dibinde oturan arkadaşlarım da vardı. Oyunlar oynadığımız, bazen de kavgaya tutuştuğumuz arkadaşlarım. Bazen birlikte okula geldiğim, bazen de öğle arasında yumurta tokuşturduğum arkadaşlarım. Neden olmuştu bu? Neden ayırmışlardı bizi? Oysa herkes oturabilmeydi her yere. Oysa çalışkan ve tembel diye ayrılmamalıydı çocuklar. Çocuklar ayrılmamalıydı. O küçük zihnimle düşünmüştüm bunları. O günden sonra fikrim hiç değişmedi. Saçları daha parlak olan arkadaşlarla da misket oynayabilmeliydik. Nasıl olduysa olmuştu işte, yerleşmişti aklıma bu düşünce.

Sol elimi koydum yine yüzüme, ona doğru bakarken. Aynı sınıfta, sınıf farkı vardı aramızda. Anlamıştım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder