Doksanlı yılların ortaları, orta halli bir İç Anadolu kasabasında
yaşıyorum o sıralar. Ergen bir bünyeyim ve o yılların modası olan
kocaman James Bond çantalarla okula gidip geliyorum. Vücut yeni yeni
yerli yerine oturma çabasında olduğu için çekicilikten zerre
nasiplenememişim. Sivilcelerim suratımda adeta bağımsızlıklarını ilan
etmişler. Sınıfın sessiz ve sakin çocuğuyum. Yalnız gezmeyi,
teneffüslerde ise tek başıma bir köşeye çömelip tost yemeyi tercih
ediyorum. Yani bir gün ölsem kimse okula gelmediğimi anlayamayacak
uzunca bir süre. Öldüğüm en az üç ay sonra anlaşılacak. Kendimi bulduğum
birkaç aktivite müzik dinlemek, kaset arşivi yapmak, yazı yazmak ve
futbol oynamak. Arkadaşlarımın aklına geldiğim tek zaman futbol
oynanacak zamanlar. Çünkü babam gümrükte çalıştığı için rengârenk ve bir
sürü topu olan tek çocuğum o sıralar. Kafam da yaşıtlarımdan biraz
büyükçe olduğu için lâkabım "koca kafa". Yalnız, sağ olsunlar bunu
sadece erkek erkeğe muhabbetler esnasında dile getiriyor arkadaşlarım.
Kız tayfasının bu lâkaptan haberi yok. İyi de futbol oynuyorum. Maç
başına üç golden aşağı atmıyorum. Sonra da eve gelip annemin yaptığı
tarhana çorbasından içiyorum. Günlerim böyle geçip gidiyor. Hayatımda ne
aşk, ne bir karşı cins, ne başka bir şey var. Zaten okulun en güzel
kızlarını da kasabanın doktorunun oğlu ve eczacısının oğlu kapıyor.
Küçücük kasabada boşuna çaba harcamanın alemi yok.
Okul yine yaz tatiline girdi bir gün.Tüm silikliğimle geçiriyorum
tatilimi her zaman ki gibi. Yüzümü görebilene aşk olsun. Küçücük odama
tıkıldım ve müzik dinleyip, bol bol yazı yazmaya çalışıyorum. Yaz
tatillerinde buralı olan ve başka şehirlerde çalışanlar tatile gelir.
Onların kızları olur ve hepsi de güzeldir. Kasabanın en popüler çocuğu
olan doktorun oğluna bile bakmazlar. Tatillerini yapar ve giderler. Bir
gün bu ailelerden biri bize misafirliğe geldi. Benden üç yaş büyük bir
de kızları var. Sarışın, beyaz tenli, kıpkırmızı yanaklı, rüya gibi bir
kız. Bize geldikleri bir gün kız çok sıkılmış, sanırım. Annem de "Bak
benim oğlum var, onunla oturup müzik dinleyebilirsin" diyerek odama
getirdi. Ben tüm kalaslığım ile "hoş geldin" bile demedim. Kız uzunca
bir sessizlikten sonra "Kasetlerine bakabilir miyim?" diye atağa kalktı.
"Evet!" dedim ve yazımı yazmayı sürdürdüm. Kız, kasetlerime baktıkça
"Hımmmm, Hömmm, Hımmmm" gibi tuhaf sesler çıkarmaya başladı. Sonra
muhabbete girdi: "Bu grupları nereden duydun ki bu kasabada? Bunları
şehirde bile on arkadaşıma sorsam ikisi ya bilir ya bilmez!. Kesmeşeker,
Mavi Sakal, Bulutsuzluk Özlemi, Kramp, Pentagram ne ararsan var valla,
takdir ettim!".
Başımı yazı yazdığım kâğıttan kaldırmadan cevap verdim: "Biz hep burada
değildik. İki yıldır buradayız. Babamın tayinleri yüzünden. Seneye
buradan da gideceğiz. Sen takdir ediyorsun ama buradaki kızların
umurunda bile değil, boş ver."
Kız çeşitli laf açmalarla muhabbete her giriştiğinde umursamaz
tavırlarımı sürdürdüm. Bu küçük kasabada, ergenliğin tam ortasında, en
çirkin ve silik halimle kendime olan güvenimi iyice yitirmiştim belli
ki. Kendimi bu işlerden tamamen soyutlamış ve yüzümde ki sivilceler de
dahil, ergenliğimin kendiliğinden, en az hasarla geçmesini bekliyordum.
Kız sonraki gün yine geldi, ve sonraki gün yine. Artık her gün geliyor
ve benimle müzik, edebiyat, şiir gibi konularda muhabbete kalkışıyordu.
Ben ise kendime olan tüm güvensizliğim ile "Çek bi git başımda be!"
dercesine tavırlarımı sürdürüyor ve taviz vermiyordum. "Nasıl olsa bana
bakmaz" diye düşündüğümden olacak, ki kendisine çekici bir karşı cins
gözüyle bile bakma gereği duymuyordum. Veyahutta ergenlik dönemimi
olabildiğince vukuatsız ve sakin geçirmek istiyordum. Fakat, sanırım o
beni bir karşı cins gözüyle çoktan görmüştü. Hatta kafaya takmıştı,
evet! Ne yaptım ne ettim hep kaçtım. Adeta "Git kendini çok sevdirmeden"
tavırlarında gezinen bir Tuna Kiremitçi olmuştum. Sonunda bir gün
dayanamadım ve kızla konuşmaya karar verdim.
- Ne istiyorsun benden?
- Senden hoşlandım.
- Neyimden hoşlandın be! Ergenliğinin en silik döneminde kendi kendine
takılan bir çocuk. Üstelik bu berbat dönem de babasının tayini nedeniyle
kimsenin adını bile bilmediği küçücük bir kasabaya denk gelmiş. Lakabı
koca kafa, arkadaşları tarafından tek bilinen özelliği bir sürü futbol
topu olması ve en az üç gol atabilmesi. Bence bana hiç müdahale
etmemelisin ve ben bu dönemi bildiğim gibi atlatmalıyım. Ben memnunum
bundan! Lütfen!
- Benim hiç senin gibi dolu dolu bir arkadaşım olmadı. İstanbul'daki
erkek arkadaşlarımın içinde bile senden daha kültürlüsü yok. Buranın
yerlilerine sen iç dünyanı göstermemişsin, sadece su yüzünde ki tarafını
görmelerine izin vermişsin ve onlar da seni onlarla tanımış yalnızca.
Ama ben senin iç dünyanı gördüm, oraya girdim ve sana hayran kaldım.
Bu sözler beni etkiledi. Aramızda bir şey olmasa bile o günden sonra
kızla en azından oturup muhabbet etmeye, konuşmaya, hoş geldin demeye
başladım. Kasabalının tek eğlencesi olan ve ırmak kenarına kurulu olan
çay bahçesine gidip gelmeye bile başladık. Kızın yanında Notre Dame'ın
kamburu gibi kaldığımın farkındaydım. Günler böyle geçip gitti. Tüm
tatil boyunca iyi bir arkadaşlık yaşadık ve tatil sonu geldi. Kendileri
artık İstanbul'a dönecekti ve son gece bize gelmişti. O gece tuhaf bir
şeyler olacağını sezmiştim fakat bu kadar aklıma bile gelmezdi. Kız
muhabbet esnasında aniden dudaklarıma doğru atılmış ve beni öpmeye
başlamıştı. Bu ilk deneyimimdi. Dudaklarımı balık gibi ileri uzatmaktan
başka bir şey yapamamıştım ve kız bu halimi sevimli bulup gülmekten
neredeyse beni öpemeyecek duruma gelmişti. Uzunca bir süre öpüştük.
Aklım başımdan gitmişti ve ilk tecrübe olmasının sebebiyle olsa gerek
bırakmak istemedim. Kız, artık yeter dercesine geri çekildi ve konuşmaya
başladı:
"Cihan, bana söz ver. Artık kendine güvenli bir erkek olacaksın.
Kendinde ki yeteneğin ve birikimin farkına varıp ona göre dolaşacaksın
bu kasabada! Sen bu insanların bildiğinden daha fazlasını
barındırıyorsun içinde ve bunun nimetlerinden faydalan lütfen. Çirkin de
değilsin, çok çekicisin. Çok güzel dudakların var be çok marifetlisin!
Söz ver, bundan sonra bambaşka bir insan olacaksın!"
Bu sözler beni adeta gaza getirmişti. Orada, ona söz verdim ve kız
kalkıp gitti. Telefon numarasını aldım ve onu uğurladım. Artık kasabada
bir Kazanova edasıyla dolaşıyor, erkek arkadaşlarım bana "koca kafa"
diye lâkap taktıkça içimden "Hıııı. Siz öyle deyin bana. Ben kasabaya
gelip gelebilecek en güzel kızla öpüştüm ulan!" diyordum. Hatta öyle bir
kız ki, doktorun oğlu bile üç ay uğraşsa tavlayamaz. O günden sonra
durmadan kızı aradım. Salak gibi Motorola C90 marka, takoz telefonumla
ona şarkılar dinlettim, o zamanların modası olan teybimden ona karma
kasetler çekip yolladım. Ama bir değişiklik vardı kızın sesinde.
Hissediyordum. Ben kaset yolladıkça bir teşekkür mesajı bile yollamıyor,
bir defa olsun aramıyor, ben aradıkça sıkılgan bir ses tonuyla "Hmmmm.
Evet" deyip duruyordu. Çok fena gaz almıştım, kimse beni durduramıyordu.
Kıza durmadan tam bir ergen gibi "Sakalım çıkmaya başlıyor, top sakal
bırakacağım, Üffff ne yakışıklı olurum be!" gibi şeyler anlatıyordum.
Ama o, oralı bile olmuyor, soğuk bir tonla konuşmaya devam ediyordu. Bir
gün dayanamadım ve bunu sormaya karar verdim, "Neden bana karşı
soğuksun!". "Cihan, ben sadece senin güvenin yerine gelsin diye seninle
öpüştüm. Hepsi bu! Lütfen abartma!"
Yıkılmamıştım. Sonuçta bana iyilik yapmıştı kızcağız! Onu anladım ve bir
şey söylemeden telefonu kapattım. Artık içi gaz dolu bir erkektim ne de
olsa. Kasabanın en güzel kızını öpen Cihan'dım artık. Ona muhtaç
değildim! Okullar açılmadan önceki gece güzelce takım elbisemi ütülettim
anneme, kravatımı özenle bağladım ve ayakkabılarımı cillop gibi
boyadım. Sınıfın en uzun boylu ve narin kızı Nuriye'yi tavlayacaktım.
Kendimi kasabalıya ve beni oyuncak yapan şehirli kıza kanıtlayacaktım!
Artık bambaşka bir hayat beni bekliyordu ne de olsa! Okulun ilk günü
geldi çattı. O gün akşama kadar pırıl pırıl takım elbisemle, tek kaşımı
kaldırarak Nuriye'yi kesip durdum. Okul çıkışı yanına gidip tüm
haşinliğim ile konuşacaktım. Hatta okuldan sonra sınıf maçımız vardı ve
Nuriye'yi de bu maça davet edip yine üç gol atacaktım! Böylelikle
kasabanın en güzel kızıyla sıfır kilometre bir aşka yelken açacaktık!
Son ders zili çaldı ve dersimiz edebiyattı! Okulda attığı sert
tokatlarla ün yapmış Şahabettin Hoca sınıfa girdi. Şahabettin Hoca öyle
bir tokat atardı ki, yiyen feleğini şaşırırdı. Tek eliyle yanağınızı
tutar, başınızı sabitler ve diğer eliyle de çok sert bir tokat patlatır,
yüzünüzü pancara çevirirdi. Dersin son dakikalarında Sedat ve Selçuk
adlı iki arkadaşımın durmadan kâğıtlarla bir şeyler yazışıp, bir şey
konuştuklarını fark ettim. Neredeyse ders boyunca iki yüz defa
birbirlerine kâğıt fırlatmışlardı. Merak ettim ve elimle "Ne
konuşuyorsunuz?" anlamına gelen işareti yaptım. Sedat kâğıda bir şey
yazıp bana attı. Ve ders boyunca onları fark etmeyen Şahabettin Hoca tam
kâğıt bana geldiğinde fark etti. Beni yanına çağırdı ve sesli bir
biçimde okumaya başladı. Kâğıdı henüz açıp okumaya fırsatım olmadığı
için ne yazdığını ben bile bilmiyordum, ben de tüm sınıf gibi Şahabbetin
Hoca'dan duyacaktım kâğıtta yazılanları ve hoca okumaya başladı:
- Sedat oğlum okul çıkışı maç için top yok lan!
- Kimden bulsak ki acaba?
- Koca kafa getirsin oğlum yine. Onda bir sürü futbol topu var.
Adeta yerin dibine geçmiştim. Bu lâkabı sadece erkek arkadaşlarım
bildiği için onlar güldü, kızlar ise anlam veremedi. O anda Şahabettin
Hoca kâğıdın devamını okumayı kesti ve sordu: "Koca kafa kim?"
Sınıfta bir ölüm sessizliği hakimdi. Ve hoca sinirli bir tonda bağırarak soruyu tekrarladı:
"Koca kafa kim!?"
Kaçışımın olmadığını anlamıştım ve bir Kara Murat edasıyla "Benim
Hocam!" dedim. Artık kızlar da benim lâkabımı biliyor ve deli gibi
gülüyorlardı. Hoca Sedat'ı ve Selçuk'u da tahtaya çağırdı ve üçümüze
meşhur tokadını attı. Resmen birer pancardık artık. Göz ucuyla Nuriye'ye
baktım, hâlâ gülüyordu.
Neyse, ders zili çaldı. Nuriye gitti ben de eve gittim. Evden en güzel
futbol topumu aldım, okul bahçesine gittim. Üç gol attım ve eve gelip
anneme her zaman ki gibi sordum:
"Anne yemek var mı?", "Tarhana çorbası var koyam mı?", "He ana, guy!".
Biz yemekteyken şehirli kızın akrabaları olan komşumuz bize geldi.
Onlara kulak misafiri oldum ve kızın nişanlı olduğunu, yakın bir zamanda
evleneceğini duydum. Belli ki kız bana güven vermenin ötesinde
evlenmeden önce son bir macera yaşamak istemiş ve bunun içinde beni
seçmişti. Çok durmadım bu konunun üzerinde, çorbamı yedim ve odama
çekildim, kasetlerimi dinledim, yazı yazdım. O anda telefonuma bir mesaj
geldi. Şehirli kızdı bu:
" Nasılsın, bana verdiğin sözü tutuyor musun bakalım :) "
İçimden "Has.ktir!" deyip telefonu yatağıma fırlattım, yazımı yazmayı
sürdürdüm, kızı da bir daha aramadım, sormadım. Nuriye ile de doktorun
oğlu çıkmaya başladı zaten.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder